Cemilzade
1883

Zaman Tüneli








Cemilzade’yi hayata geçiren Cemil Bey 1867’de Şehzadebaşı’nda doğmuş ve tarihe ‘Şekerci, Bestekâr, Hafız ve Udî’ olarak geçmiştir. Cemil Bey, Şehzade Camii başimamı olan babası Hasan Tahir Efendi vefat ettiğinde henüz on üç yaşındaydı; ancak onunla birlikte geçirdiği yıllar zarfında dini bilgilerini geliştirmiş ve hafız olmuştu. Babasını kaybetmesiyle geçim sıkıntıları ve ailesinin tüm yükü omuzlarına binince, Kapalıçarşı’nın İç Bedesten’inde kısa bir süre kuyumculuk öğrendi ve ardından, hayatına yön verecek iki alana yöneldi. Biri sanat diğeri zanaat olarak gündemine girecek işlerdi bunlar. Bir şekerci ustasından el alıp zanaat erbabı oldu ve henüz on altı yaşında hayatının ilk ticari girişimini gerçekleştirdi. İyi bildiği muhitten uzaklaşmayarak 1883 yılında Şehzade Camii karşısında “Şekerci Cemil Bey” adlı mağazasını açtı. Ticari kayıtlar 1901’de bu mağazanın adresini Şehzadebaşı Caddesi No. 36 olarak göstermekte,İstanbul’u anlatanlar mağazanın civarında Sokrat Eczanesi ve bitişiğinde Feyziye Çarşısı’nı işaret etmektedir.
Ticari faaliyetlerinin yanısıra, müziğe duyduğu ilgiyle Şekerci Cemil Bey hayatına ışık tutacak ikinci bir yola daha yöneldi. On dört yaşından itibaren o dönemin ünlü sanatkârlarından Mabeyinci Basri Bey’den almaya başladığı ud dersleri ve sonrasında hanende Enderûnî Ali Bey’den aldığı dersler sayesinde ilerlettiği müzik bilgisiyle kısa sürede besteler yapmaya başladı. Henüz yirmi dört yaşındayken ilk önemli eseri olan Karcığar Saz Semâîsini bestelemişti bile. Öğrencilerine verdiği dersler ile pek çok değerli müzisyen yetiştirmiş olan Cemil Bey, bestelediği bestenigâr şarkıda “İstedin de Gönlümü Verdim Sana” dediği o mudur bilinmez ama yirmi sekiz yaşındayken Fatma Şerife Aliye Hanım’la evlendi ve çiftin bu evlilikten dört çocuğu dünyaya geldi. Bildiği her şey elinde altın bir bileziğe dönüşürken Cemil Bey hafız kimliğini de bir kenara atmadı. İlerleyen yıllarda şekercilik ve udiliğin yanında, Sultan Abdülmecid’in kızı ve II. Abdülhamid’in kardeşi Mediha Sultan’ın dairesinde imamlık yapmaya da başladı.
“Bir Nigâh Et Ne Olur Halime Ey Gonca Dehen” adlı hicaz şarkısının güftesi devrin önemli edebiyatçısı Recaizade Mahmut Ekrem’e aitti. Giderek şöhreti artan bir bestekâr olmasının yanı sıra şekerci dükkânı belli ki daha 19. yüzyılda dahi meşhurdu. Bir devre damgasını vuran Servet-i Fünun dergisinin 8 Mart 1894 tarihli sayısındaki başmakalede mağaza şöyle övülüyordu:
Şehzadebaşı’nın eğlence ve zevk yerlerini sayarken Hafız Cemil Efendi’nin şekerci dükkânını unutmamak lazımdır. Her senenin Ramazan’ına güzel reçeller, şurublar ve bayramına şekerler, şekerlemeler takdim ederek dil damak tadına düşkün olanları memnun eden Şekerci Cemil Efendi bu Ramazan-ı Şerifde de ziyadesiyle gayret sarf etmiştir.
1898’de henüz otuz bir yaşındayken Muzıka-i Hümayun’un Türk Musikisi Bölümü’nde ud sanatkârı ve hocası oldu. Sarayda kendisine kıymet verildiği, 1902 yılında geçirdiği rahatsızlık esnasında Sultan II. Abdülhamid’in özel emriyle tedavi altına alınmış ve bir buçuk aylığına Bursa’ya kaplıcaya gönderilmiş olmasından anlaşılabilir.
Padişahın, Muzıka-i Hümayun’da görev alan sanatkârların zanaatla uğraşmasını uygun görmemesinden dolayı, Cemil Bey şekerci dükkanını o yıllarda yaşı henüz çok küçük olan oğlu Mehmet Ali Bey üzerinde göstermiştir, bu vesileyle Cemilzade, yani “Cemil’in oğlu” ismi doğmuştur. Cemil Bey ürünlerini yurtdışındaki fuarlara göndererek Cemilzade’ye uluslararası başarılar kazandırmış ve Cemilzade ürünleri 1906 yılında Bordeaux ve Napoli fuarlarında katıldığı yarışmalarda altın madalyalar almıştır. 1909’da Şehzadebaşı Feyziye Çarşısı bitişiğinde numara 2’de faaliyet gösteren mağazanın mecmualarda ilanları da çıkmaya başlamıştı. Şehbal dergisinde çıkan ilanlarda Cemilzade ürünlerinin iddiasının “tatlı tatlı yendikten sonra mideyi rahatsız etmemek” ve vücudu gıdalarla beslemek olduğu vurgulanıyordu. Ürün yelpazesi de ilgi çekiciydi: Reçel, şerbet, dondurma, şeker, pasta… Sermet Muhtar Alus’un 1900’lerin başında İstanbul’daki unutulmaz lezzetleri anlatırken söz ettiği kestane şekerini de unutmamak gerekir.
1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanıyla Osmanlı başkentinde siyasal koşullar hayli değişmiş, Sultan’a yakınlığı bilinen pek çok isim de 1909’da 31 Mart Vakası’nı takiben devlet hizmetinde gözden düşmüştü. Mısır Mahkeme Reisliği’nden emekli olan Salih Paşa’nın daveti ve Saray’ın Türk müziği yerine Batı müziğini tercih etmeye başlaması üzerine Cemil Bey 1909’da Mısır’a gitti. Misafir olarak gittiği Mısır’da, orada kalması ve şekerciliği de orada devam ettirmesi için yapılan ısrarlar üzerine, 6 ay sonra eşi Fatma Şerife Aliye Hanım ve çocuklarını da yanına aldırdı. Osmanlı Devleti’nden aldıkları seyahat tezkeresinde İstanbul’dan ayrılışlarının geçici olduğu “muvakkaten” ifadesiyle belirtilmişti. Zaten ailenin İstanbul’la gönül bağlarını kopartmak gibi bir amacı da yoktu.
Cemil Bey Kahire’de saray mensuplarına ud ve musiki dersleri verirken şekercilikten de vazgeçmemiş, oğullarıyla birlikte hem müziği hem de şekerleriyle gönülleri bu kez Mısır’da fethetmeyi başarmıştı. Kahire’de açtıkları şık dükkânın tabelasında, babasının ismine izafeten Fransızca “Cemil Bey Hasan Osmanlı Şekercisi” yazıyordu. İlerleyen günlerde şekerci dükkânının ünü ve işleri arttı. Daha geniş ve merkezi bir yere taşınan dükkânın tabelasında oğlu Mehmet Ali Bey de yerini aldı: “Cemilzade Mehmet Ali”. Broşürlerden ambalajlara bu günlerde kullandıkları tüm malzemelerde bir İstanbul ve Osmanlı vurgusu mevcuttu. Kuruluş tarihi olarak 1883 ve sundukları lezzetin anavatanı olarak İstanbul daha bu yıllarda tescillenmişti.
Aile Mısır’a gittiğinde Kahire’deki mağaza da çalışmaya devam ederken, Annuaire Oriental adlı ticaret yıllığına göre İstanbul’da, Şehzadebaşı No. 26’da “Cemilzade Mehmed Ali” adıyla bir şekerci mağazası daha vardı. Samiha Ayverdi hatıralarında Şehzadebaşı’ndaki dükkânın aile Mısır’a gittiğinde Nureddin Bey adlı biri tarafından devralınarak işletildiğini yazmaktadır. Ayrıca Satvet Cemiloğlu’nun muhafaza ettiği belgelerden birine göre, 1925 yılında Mehmet Ali Bey İstanbul’a gelerek askerlik işlemlerini yaptırmıştı. İşte bu gelişinde Sirkeci Bahçekapı. Vakıf Han’da bir dükkân açmış, ancak bir süre sonra ortağıyla anlaşamayarak, yaşlanan babasının yanına Mısır’a dönmüştü. Bu çabalar belki de memleket özlemi çeken ailenin dönüş arayışlarıydı; zira Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren İngiliz işgalindeki ve sonra da Krallık devrindeki Mısır’da yaşam bir Türk ailesi için şüphesiz hiç kolay değildi. Kendisinden bu yönde bir talep olup olmadığı belli değilse de 1919 yılında Osmanlı Devleti tarafından Mısır’dan dönmeleri için harcırah işlemleri yapılanlar arasında “Muallimlerinden Hafız Cemil Bey”in de ismi vardı.
İkinci kuşak Mehmet Ali Bey, Şekerci Cemilzade’ye yeni bir ufuk kazandırmıştı. Ürünlerinin lezzet ve kalitesine olan güveni sayesinde uluslararası rekabet ve tanıtımdan hiç geri durmadı. 1926 yılında bu kez Liege’de ve Paris’te yapılan sergilerden altın madalya aldı. 1908 yılından beri Daily Mail gazetesi tarafından Londra’da düzenlenmekte olan Ideal Home Exhibition’da da ürünleri beğeniyle karşılanmıştı.
Şekerci Cemil Bey’in 1928 yılında vefat etmesinin ardından aile Mısır’daki mevcudiyetini gözden geçirmeye başladı. 1922 yılında işgal son bulmuşsa da ülke krallık döneminde bir türlü istikrara kavuşamamıştı. Nihayet 1937’de Mehmet Ali ve kardeşi Nurettin Beyler Türkiye’ye kesin dönüş yapma kararı aldı. Böylelikle Cemilzade Şekerleri’nin anavatana dönüş yolculuğu başladı. Aynı yıl Kadıköy Muvakkithane Caddesi’nde geleneksel tatların sunulduğu Cemilzade’yi tekrar açtılar. İlerleyen yıllarda Mehmet Ali Bey artık yalnız da değildi; oğlu Satvet Bey’e de eşsiz lezzetin sırrını vermişti. Cemilzade, Kadıköylüler tarafından öyle hızlı seviliyordu ki sanki hiç gitmemiş gibiydi. Kadıköy’deki Cemilzade’yi Adnan Giz, “bir zamanlar lokum ve şekerlemesi kadar melisalı saray limonatası ve ekşi karadut şurubu ile tanınan küçük şekerci dükkânı” olarak tanıtır. Deniz Kavukçuoğlu ise 25 numaradaki bu dükkânı anlatırken, sokağın karşısındaki imalathanelerinde ürettikleri ezmelerin aynı gün tükendiğini, yaz aylarında Cemilzade’de elma, portakal ve şeftali suyu içildiğini yazar: “Kadıköylüler içine su katılmamış ‘halis’ meyve sularını ilk kez bu dükkânda tatmışlardı.”
Cemilzade, Anadolu yakasının belki de bu en nezih yıllarında adeta bir masala dönüşür. Pek çok edebiyatçı çocukluğa, eski İstanbul’a duyulan özlemi anlatırken ondan söz etmeden geçemez. Füruzan’ın Sevda Dolu Bir Yaz’ında “bergamutlu şeker”, hikâyenin küçük kahramanı Şehrazat’ın afacanlıklarından vazgeçmesi karşılığındaki ödülüdür: “Cemilzade’den bergamutları aldık. Kutusunu özenle sardılar.” Her devirde lezzeti kadar ambalajları da ilgi çeker Cemilzade’nin; özenle seçildikleri, tasarlandıkları bellidir. Eser Tutel geçmişle içinde olduğu zaman dilimini kıyaslarken, mağazalarda verilen ruhsuz naylon poşetler yerine “Cemilzade’nin nefis badem ezmelerini zarif kâğıt poşetlere yerleştirip vermesi gibi” bir örnek gösterir.20 Selim İleri de hiç kaybedilmemesi gereken değerler arasında sayarken “bizim bu mirasyedi savurganlığımıza itiraz ediyor” der Cemilzade için…
1940’larda yine Kadıköy’de bir imalathane var idiyse de binanın satılması üzerine işin mutfağı Acıbadem’de ailenin yaşadığı evin alt katı oldu. Böylelikle Saliha Makbule Hanım da hem eviyle ilgilenip hem de eşi Mehmet Ali Bey’in en büyük yardımcısı olabiliyordu. Oğulları Satvet Bey de oyun ve merakla karışık bu aile atmosferinde öğrendi şekerciliği… 1977 yılına kadar Cemilzade’yi Kadıköy’ün simgelerinden biri haline getiren Mehmet Ali Bey bu yıl içinde vefat etti. Bu tarihten sonra aynı tatları Cemilzade’yi sevenlere ulaştırma misyonunu oğulları Mecdet ve Satvet Cemiloğlu üstlendiler. Ancak bu mağaza da 1985’te kapandı.
Kuşaklar boyu süren lezzet öyküsünün böyle bitmesine bu kez de Satvet Cemiloğlu’nun eşi Fatma Cemiloğlu’nun yüreği elvermedi. Pek çok gazetenin ilgisini çeken Fatma Hanım işe girişince Satvet Bey de yeniden imalathanenin yolunu tuttu, ta ki oğulları Barış Cemiloğlu 2000’li yıllarda lokum kazanlarının başına geçene kadar. Udi Cemil Bey’in torunu olan Satvet Cemiloğlu, Fatma Cemiloğlu ile birlikte 1995’te Selamiçeşme Cemil Topuzlu Caddesi’nde, 1997’de Şaşkınbakkal Bağdat Caddesi’nde, 2001 Şubat ayında Etiler’de ve 2010 Temmuz ayında Nişantaşı’nda Cemilzade’ye yeniden hayat verdi. Böylelikle İstanbul’un eski tatları yeniden Avrupa yakasındaki Cemilzade dostlarına da ulaşabildi.
Cemilzade, Şekerci Udi Cemil Efendi’den dördüncü Kuşak Barış Cemiloğlu’na doğallığını, lezzetini, kalitesini ve geleneğini sürdürüyor, 1883’ten beri.
İletişim Bilgileri
Mağaza 2: Bağdat Cad.No:367/A Şaşkınbakkal / Kadıköy – İstanbul
Mağaza 3: Bebek Yokuşu Sok. No:3/1 Etiler / Beşiktaş – İstanbul
Mağaza 4: Prof. Dr. Orhan Ersek Sok. No:2/B Nişantaşı / Şişli – İstanbul
Bu sayfayı paylaşabilirsiniz